Çaykara Kültür Sanat ve Yayıncılık Ltd. Şti

Köksal İbrahimağaoğlu’nun Kaleminden Esmesin Rüzgar, Yağsın Lapa Lapa Kar

 

Eskiden köyümüz çok daha şenlikti; yaşlılar, gençler, çocuklar, misafirler, kalaycılar, bohçacılar, eskiciler, dilenciler…

Sığırlar, koyunlar, keçiler, kediler, köpekler, tavuklar; varlıkları, bağırmaları, doğurmaları, eve, çevreye ayrı bir neşe ayrı bir hava katardı.

Mevsimler mevsimdi.

Ve kış:

Çatılardan sarkan buzlar, düşen karlar, kızak kaymalar, yapılan “kürtük”ler, kartopu oyunları,

Bazen açlıktan yenen karlar, “eyi” yanan soba üzerinde eritilen karlarla oynanan oyunlar,

Islanan elbiseler, çoraplar, içine su giren ayakkabılardan sonra üşüyen ayaklar, kartopu oynamaktan donan ellerin sıcak karşısındaki o unutulmaz ağrıları.

Sobada ısıttığımız ellerimizin, ayaklarımızın bazen eldiven bazen çoraplarımızın kazaya uğrayarak yanması.

Soba bulamadığımızda pancar olmuş ellerimiz ve yüzümüzü nefesimizle ısıtmaya çalışmamız,

İkindi güneşi, karları eritmeye başladığında damların saçaklarından şakır şakır kar sularının damlaması,

Kuşların, ağaçların dallarından uçarken konarken karları düşürmeleri,

Kışın içilen sigaranın tadı, buharla karışık dışarıya verilen ve ikinci nefesi çekene kadar bitmeyen o gür duman,

Kışın şiddetli yağan kar ve çatıdan düşen karlarla kapanan kapı önünün, avlunun kürekle açılması işinin bize havale edilmesi “bir işe yarıyorum” duygusuyla hiç itiraz edilmeden zevkle halledilmesi,

Açılmamış patika yolların açılması,

Tüten bacalar…

Sobada kaynayan lahana, sıcak mısır ekmeği, fırında “kumlu” patates ve “feli”ler… Buharlı camlarda yazdığımız yazılar çizdiğimiz şekiller, parmağımızla çıkardığımız sesler, alnımızı soğuk cama dayayıp oynadığımız çocukluk oyunlarımız,

Kış armutları, küpe konulan meyveler, hurmalar, tavanda otların arasında bekletilen elmalar, muşmulalar… O tavanın rayihası,

Acımasız yıllar geçse de çıkmaz aklımdan.

***
Resim
Eskiden kışın dışarıda “eyi” soğuk olurdu. Bazen gece ay vurduğu olur: Pencereden dışarıya bakar tarlada köpeklerin, kedilerin, yabani hayvanların ayak izlerini takip ederek öylece dalardım.
Çoğu kere çoban köpekleri geç vakit salıverilir ve genellikle evlerin ahır altlarında tarla veya fındıklıklarda dolaşırlardı. Buralarda ve seslerini duydukları başka köpeklerle karşılıklı havlamaları nedense bana hep acıklı gelirdi…

***

On beş tatillerde “came”ye Kur’an kurslarına gidişimiz ve o kalabalık arkadaş topluluğu paha biçilmez mutluluk günlerimizdi. Hemen herkes odununu getirirdi. Bazımız: “Aha bakun nasi bi odun geturdum” der gibi omzunda getirdiği “yarmace” veya “kuri” yi gururla omzundan sobanun yanına “eyi” ses çıkaracak şekilde bırakırdı. Kar dolmuş üstünü de ayaklarını yere vurarak temizlemeye çalışırdı.

“Came”deki soba da boyumuz kadar mübarek ve maşallah öyle yanardı ki sıcaktan uykumuz gelirdi. Hocanın, getiren arkadaşımızın üzerinde veya elinde ilk olarak denemiş olduğu “funduk” çubuğundan o uzun değneği, “came”ye zor döndürürdü bizi ufak şekerlemelerimizden. Arada bir değneği avucunda sobanın sıcaklığına yenilen hocalarımız da olurdu. Böyle durumlarda dersimizi geçmek bir hayli kolay ve gün de kurtarılmış olurdu…

“Came yani”nda oynanan fişek oyunu, uzuneşek, misket, “islam şartı”ndan kaçup gezmeğe gitmeler, hoca üzerinde tasarlanan pusular…

***

Kışın şiddetli soğuğunda “misafir odası”nın sobasını yakıp ısınmak eğer ortada misafir yoksa çok özel günlere mahsustu. Bu yüzden bu odada olmak ayrı mutluluk verirdi bizlere. Bu odada içilen çay ve sigaranın ayrı bir tadı olurdu. Sigara ayrı bir koku verirdi bu odada.
“Misafir odası”ndaki soba yandı mı iyi yanar, iyi ısıtır ve özellikle arka tarafı kıp kırmızı olurdu. “İyi da odun yer”di. Çok yandığında önde hava alma penceresini istediğimiz ayara göre kapatırdık. Ateş kıvamını almışsa “dududu …” gibi sesler çıkararak yanmaya devam ederdi. Tabi sohbet de sobayla yarışırcasına “kırla” giderdi.

Çatt!
—Ola, ola sobadan köz atladi yakacak haliyi!
—Ort sobanun kapisini!
—Ola çekil biraz geri, yuzun sicaktan burişti yanacasun!
—Ola piturdun odunlari yeter.
— Ola yeter, yeter ne yaktun oni;
—Ola ha ha . Aldun sobanun canini!

Ama bu sobaların ince sacı ve evin ahşap yapısı gereği soba söndü mü oda hemencecik soğurdu. Muhabbetin dışında, ne oda ne de soba sıcaklığını muhafaza edebilirdi…

Akşam içilen sigaraların sabah odada bıraktığı koku evdekiler için doğrusu çekilmez olurdu:

—Fühhh , fühh eba ne fena sigara içtiler!
— Yastukları minder ettiler.
— Hep ağnadiler yastuklari.

Şimdilerde misafir odasının sobası yanmaz, yansa bile eski sıcaklığını vermez oldu. Bu oda sıcaklığını yalnızca yanan odunlardan almıyordu. Sıcaklığını, yalnızlığımızı paylaşacağımız komşulardan alırdı aynı zamanda. En yakın komşumuzla aramıza modern dünyanın sunduğu teknolojik eğlenceler girince, yalnızlığımızı paylaşacak misafire, eskisi kadar gerek duymaz olduk. Oda eski sıcaklığını ne kadar odun yakarsak yakalım bir türlü bulmuyor dostlar.

Kışın, bendeki karşılığı yenilik, değişiklik iken, rüzgâr; hüzün ve yalnızlıktır. Hele ahşap evlerde tahta aralarından esen rüzgârın cam perdelerini, “mabeyin”e, “ içeri”ye “serduğumuz” kilimleri havalandırması, çaldığı ürkütücü ıslıklar korkuyla karışık hüzün doldururdu içime. Ne zaman rüzgâr esse, o bildik sesini duysam hüzün dolu hatıralarım beni çağırır. Yanan evleri, yine yanarak şehit olan İbrahim, Muhammet, Fevzi kardeşlerimi her esen rüzgârda hatırlar, sebebi sanki rüzgârmış gibi için için kızarım rüzgâra.

Bütün ağırlığına rağmen kışı sonbahara tercih ederim. Yeter ki esmesin rüzgâr, yağsın lapa lapa kar.

Selam ve sevgiyle.

İletişim Bilgilerimiz
  • Adres:Ali Kuşçu Mh. Mıhçılar Cd. No: 34
  • Tel.:0212 631 32 33
  • Fax.:
  • caykara@caykara.com.tr
Sosyal Medya
98363
Bu Ay: 947
Toplam : 98363
Toplam Hit : 286947
error: Content is protected !!