Çaykara Kültür Sanat ve Yayıncılık Ltd. Şti

Çaykara’nın Of’a Bağlı Olduğu 1946’da… Bülent Hakan Altuncu

“VER BANA VESİKAMI SONRA BİTER HAYATIN”

Dedemle beraber köyden Trabzon’a dönüyorduk bu gün. Önce Çaykara’ya indik, ardından hızla Of’a doğru ilerliyorduk. Köyden Of’a gitmek 15-20 dk. sürüyor, onun gençliğinde beş-beş buçuk saat sürermiş. Tabi yaya olarak ve tabi “eğleşmeden gidersen”.
İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiş, dedemin askerlik çağı gelmiş, onun deyişiyle “hududu” yani süresi belli olmayan askerlik çağı. Dedem bir yıllık evli, babaannem babama 7 aylık gebe. Köyden 21 genç, askerlik muayenesi için Of’taki Askerlik Şubesine gitmek üzere yola çıkmışlar. Sene 1946, hani belki yol olmayabilir veya araç yolu dolambaçlı olabilir bu yüzden yer yer kestirme patikalardan da gidiyor olabilirler mi diye düşünerek, dede dedim; yol kenarından mı gidiyordunuz hep. Dedem;

-Kenari nedur? İster kenarindan git, ister ortasindan, zaten sabahtan akşama kadar bir tane kamyon geçerdi o yoldan, o da zaten kendini zor çekerdi.

“Hemençe” dediği heybelerinde her ihtimale karşın iki gün yetecek kadar mısır ekmeği ve tuzlu peynir varmış hepsinin. Para harcayacakları tek şey, eğer gecelerlerse verecekleri otel ücreti. Ama oteller pahalı. O zamanlar Of’uun içindeki kahvelerde uzak köylerden gelenlerin gecelemesi için sedirler olurmuş, buralar otellerden daha uygun olduğundan, eğer Of’ta “eğleşurler” de dönüş yolunu gözlerine kestiremezlerse daha az bir paraya kahvelerde kalabilirlermiş.

Mevsim kış, hamsi zamanı da. Köyde ürettikleri mahsullerini satacak, ilçeden ise tuz, ekmek, şeker gibi temel ihtiyaçlarının yanında hamsi de alıp tekrar köy yoluna dönecek olan kadınlar, sepetten sızacak hamsi ve diğer sıvıların sırtlarını ıslatmaması için sepeti sırtlarına almadan önce kurutulmuş koyun postundan yapılan namazgahları sırtlarına sarıp sonra sepetlerini yüklenip yola koyulurlarmış. Of’a yaklaştıkça bu tür kadın yolcularda artmaya başlıyor yollarda.

Herkesin ayağında çarık, fakat çarıkları eski olanlar Of’a inene kadar iyice parçalanırlarsa rezil olmayalım diye toprağın yumuşak olduğu yollarda çarıklarını çıkarıp yalınayak yürüyorlar. Of’un girişinde herkes çarıklarını giydi, saat daha öğlen 12:00 olmamıştı. Doğru Askerlik Şubesine. Şube bir kalabalık, bir kalabalık, Ogeneliler bir tarafta, Şerahlilar bir tarafta, Şinekliler başka bir tarafta… İnsandan geçilmiyor askerlik şubesinin çevresi. Belliki herkesin muayenesi o gün bitmeyecek. İsmini hala daha hatırladığı Üsteğmen şube komutanı sormuş bizimkilere;
-Siz nerden geliyorsunuz
Bizimkiler;
-Kadahor’dan komutanım (“o zaman Kadahor nahiye”)
-Anladım da hangi köyünden?
-Şur köyünden komutanım..
-Derlerki Şurlular iyi atma türkü atar, var mı içinizde iyi türkücü?
-Var komutanım.
-İçinizde benimle atışacak biri varsa çıksın karşıma, yenerse beni hepinizin işini bitirip bu gün köyünüze geri göndereceğim sizi der.
Türkücüler çıkar karşısına, her birinin kimliğini alır önüne ve baba adı Müslüm olan Mustafa Durgun isimli olana sorar:
“Müslüm oğlu Mustafa, Durgun mudur soyadun?”
Mustafa cevabı yapıştırır;
“Ver bana vesikami sonra gider heyadun (hayatın)”
Komutan şaşar kalır, cevabı beğenir, hemen işlemlerini halledip salar bizimkileri dışarı.

Vakit ikindi vakitleri, yolu ve akşam ayazını gözüne kestirenler tekrar yola koyulmuş. Dedem ile bir kaç arkadaşı Of’ta kalıp, sabah ezanı ile yola çıkmaya karar vermişler. Sedirli kahvelerden birine girmişler, parası olanlar tahta sedirin üzerine bir de hasır serdirmiş ama yastık, yorgan yok. Bir Sıvas türküsü vardır, “her kuşun bir yuvası var, hele bak ne sevdası var, yaşamaya hevesi var, yataksız yorgansız ömrüm”. Hikayenin çağrısı ile farkında olmadan bu türküyü fısıldar şekilde söylemeye başlamışım. Dedem bozuldu, ses tonunu yükseltti;
– Güya bişe anlatuyuruk haburda, sen orda fu, fu, fuuu, fi, fi, fiii
(Beni yansılayarak – bölgemizde “taklit” anlamında kullanılan çok güzel bir kelime bence-)
– Yok dede ya, sen ne dediğimi duymayusun, çok güzel bir türkü, tam da sizin yorgansız, yastıksız yatmanızla ilgiliydi, o yüzden yani
-Dinleee (kes sesini anlamında), biz orda tam yatacağiduk, bir kari girdi içeri. Çok eskiden bizim köyden, Tuçoğli Muhamedun babası, köyden ayrılıp Of’ta yer almış, orda ticaret ile uğraşmaya başlamış idi. Karisini, çecuklerini da indurmiş idi köyden Of’a. Meğer gelen onun karisi. Nerden haber aldi, nasıl oldi ise, geldi buldu bizi orada. Kahveciye öyle bir bağırdi; ola sen nasıl adamsun, insan sormaz mi ha bu çecuklere, nerden düştunuz buralara, ne işunuz var burda, yok mu hiç yakinunuz, ehbabunuz. Haman aldun yaturdun olari aşağa haburda, e Ermeni…. demiş ve alıp bizim uşakları evlerine götürmüş.

Tuzlu peynir yemekten ağızları, vücutları kurumuştu ki bir sofra kuruldu evde, karalahana çorbası, üzerine de tatlı niyetine şerbetli kavut haşili. Üstüne de yün yatak, hem de yastıklı, yorganlı.

Bülent Hakan Altuncu

İletişim Bilgilerimiz
  • Adres:Ali Kuşçu Mh. Mıhçılar Cd. No: 34
  • Tel.:0212 631 32 33
  • Fax.:
  • caykara@caykara.com.tr
Sosyal Medya
98451
Bu Ay: 1035
Toplam : 98451
Toplam Hit : 287089
error: Content is protected !!